KILIS 7 ARALIK ÜNIVERSITESI İLAHIYAT FAKÜLTESI DERGISI, cilt.8, ss.190-217, 2021 (Hakemli Dergi)
Tasavvufî hakikatleri dile getirirken sûfîlerin remiz, sembol ve hikâyelerden istifâde
etmeleri oldukça yaygındır. Sûfîlerin böyle bir yöntem kullanmalarının çeşitli sebepleri vardır. Sembol ve hikâyeler yoluyla anlatımın açıklanması uzun süren hakikatleri çok daha özlü ve anlaşılır bir biçimde ifâde imkânı sunması, idrâk edilmesi
zor olan hususları insanın muhayyilesine yaklaştırarak daha kolay anlaşılmasını
sağlaması, okuyucuda merak uyandırarak dikkatini canlı tutması ve anlatılan hakikatlerin daha kolay akılda kalmasını sağlaması bu sebeplerden bazılarıdır. Bu ve
benzeri sebeplerle sûfîler, çeşitli remizlerden faydalanmış ve bazı hakikatleri bir
hikâye kurgusu içinde dile getirmişlerdir. Tasavvufî hakikatleri anlatmada remiz ve
hikâyelerden faydalanan sûfîlerden biri de 14. yüzyılda, İlhanlılar döneminde, bugünkü İran topraklarında yaşamış bir Kübrevî şeyhi olan Alâüddevle-i Simnânî’dir
(ö. 736/1336). Simnânî, gençlik yıllarında İlhanlı sarayında Argun Han’ın (1284-
1291) yanında bulunmuş ve on yıl kadar ona hizmet etmiştir. Daha sonra yaşadığı
mânevî bir hâl üzerine içinde bulunduğu bu hayatı terk ederek tasavvufa yönelme
arzusu duymuştur. Hemen sarayı terk edememişse de daha evvel ihmâl ettiği ibadetleri yerine getirmeye, kılmadığı namazlarını kaza etmeye başlamış, kendi kendine
çeşitli zikirler yapmış, Kur’ân okumuş ve yiyeceğini son derece azaltmıştır. Kendi
kendine uyguladığı bu riyâzat neticesinde meydana gelen şiddetli açlık ve uykusuzluk sebebiyle bedeni yorgun düşmüş ve hekimlerin tedavisinde âciz kaldıkları
bir hastalığa yakalanmıştır. Bu hastalığı saraydan ayrılmak için iyi bir fırsat olarak
gören Simnânî, iyileştikten sonra geri dönme şartıyla saraydan ayrılmak için Argun
Han’dan izin alıp memleketi Simnan’a gitmiş ve Argun’un kendisini zorla alıkoyduğu
dönemi saymazsak bir daha saraya dönmemiştir. Bir müddet kendi kendine ibâdet
ve riyâzatla meşgul olduktan sonra Bağdat’ta bulunan Kübrevî şeyhi Nûreddîn
Abdurrahman İsferâyînî’ye (ö. 717/1317) intisâb etmiş, sülûkünü tamamlamış ve
ondan irşâd icâzeti almıştır. Çok sayıda mürîd yetiştirmiş, tasavvufun çeşitli konularına dair Arapça ve Farsça pek çok eser kaleme almıştır. Tasavvuf tarihinde daha
çok İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) varlık anlayışına yönelttiği eleştirileriyle tanınan
Simnânî, başta letâif konusu olmak üzere tecellî, ricâlu’l-gayb, mânevî tecrübeler
gibi pek çok konuda tasavvuf tarihine önemli katkılarda bulunmuş ve kendisinden
sonra gelen sûfîleri etkilemiştir. Kübreviyye tarikatının günümüze ulaşan kollarının
Simnânî’ye dayanıyor olması, onu tasavvuf tarihi açısından önemli kılan bir diğer husustur. Simnânî, tasavvufun gerek nazarî gerekse amelî bazı meselelerini açıklamada
remizlerden faydalanmıştır. Onun Farsça olarak kaleme aldığı Risâle-i Şatranciyye
isimli küçük risâlesi, tasavvufun zühd, uzlet, fütüvvet, istikamet gibi amelî konularının satranç taşları üzerinden anlatıldığı bir eserdir. Satrançla ilgili kavramlar ve
özellikle de satranç taşları, pek çok yazar tarafından çeşitli konuları anlatmada sembol olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273),
Sâdi-i Şîrâzî (ö. 691/1292) ve Hâfız-ı Şîrâzî’nin (ö. 792/1390) isimlerini anabiliriz.
Yine dîvân edebiyatında bir remiz olarak satrançtan istifâde edildiği bilinmektedir.
Aynı zamanda sûfî kimliğiyle tanınan bazı dîvân şâirleri satrancı tasavvufî hakikatleri anlatmada bir araç olarak kullanmışlardır. Buna örnek olarak da 17. yüzyılın
ilk yarısıyla 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bir Bektâşî dervişi olan Azbi Baba
Dîvânı’nda bulunan “Satrançnâme” isimli şiir zikredilebilir. Bu çalışmaya konu olan
Risâle-i Şatranciyye ise müstakil olarak satranç terimleri üzerinden tasavvufun bazıkonularını dile getirmek üzere kaleme alınmıştır. Simnânî, söz konusu risâlesinde
satranç taşlarını kişileştirmiş ve her birinden kendilerinde bulunan sırları anlatmalarını ve kendisine nasihat etmelerini istemiştir. Böylece sırasıyla piyon, vezir, fil, at,
kale ve şâhın yanına giderek onlardan sırlarını öğrenmiştir. Bu risâleyle yazar, hem
kendi sülûk anlayışında önemli yeri bulunan tasavvufî kavramları açıklamakta hem
de müridlerine bu hususlara riâyet etmeleri hususunda ders vermektedir. Risâlenin
kısalığı ve sembolik bir anlatıma sahip oluşu, bu hakikatlerin kolayca anlaşılmasını
ve akılda kalmasını sağlamaktadır. Böylece Simnânî’nin müridlerini eğitmede sembolik dilden yararlandığı anlaşılmaktadır.
It is quite common for Sūfīs to make use of symbols and stories when expressing
mystical truths. There are various reasons for Sūfīs to use this method. It provides
the opportunity to explain the truths that normally take longer, to explain through
symbols and stories in a much more concise and understandable way, to make difficult matters easier to understand by bringing them closer to the imagination of
the human being, to keep the attention alive by arousing readers’ curiosity, and to
make the truths easier to memorize. For these and similar reasons, Sūfīs benefited
from various symbols and expressed some truths in the form of a story. One of
the Sūfīs who made use of stories and symbols for explaining mystical truths was
ʿAlāʾ al-Dawla Simnānī (d. 736/1336), a Kubrawī sheikh lived during the Īlkhānid
period in the 14th century. Simnānī was next to Arghūn (1284-1291) in the palace
during his youth and served him for ten years. Later, upon a spiritual state he experienced, he had a desire to abandon this life and to turn to Sūfism. Although he could
not leave the palace immediately, he began to perform the prayers he neglected,
to make various remembrances by himself, to recite the Qur’ān and to reduce his
food excessively. Due to severe hunger and insomnia occurred because of this selfadministered asceticism, he contracted a disease that physicians were incapable of
treating. Considering this disease as a good opportunity to escape, Simnānī took
permission from Arghūn to leave and went his hometown Simnān under the condition of returning when he recovered, he did not return to the palace again. After
engaging himself in worshipping and asceticism for a while, he became a follower
of the Kubrawī sheikh Nūr al-Dīn ʿAbd al-Raḥmān Isfarāīnī (d. 717/1317), who was
in Baghdad, and Simnānī completed his sulūk, received idjāza from him. Simnānī
trained many disciples, wrote many works in Arabic and Persian on various subjects
of Sūfism. Known for his criticisms of Ibn al-Arabī’s (d. 638/1240) understanding of
existence in the history of Sūfism, he made important contributions to the Sūfism in
many subjects such as latāif, tadjallī, ridjāl al-ghayb and spiritual experiences. The
fact that the branches of Kubrawiya are based on Simnānī is another point makes
him important for the history of Sūfism. Simnānī made use of symbols in explaining
some theoretical and practical issues of Sūfism. His small treatise called Risāla Shatranjiya, written in Persian, is a work in which the practical subjects of Sūfism such
as zuhd (renunciation), uzlah (seclusion), futuwwah and istiqāmah are explained
through chess pieces. Concepts related to chess, especially chess pieces, have been
used by many authors as symbols to describe various topics. In this context, we can
mention the names Rūmī (d. 672/1273), Saʿdī (d. 691/1292) and Hāfez (d. 792/1390). Again, it is known that chess was benefited as a symbol in Dīwān literature. At the
same time, some of dīwān poets known as of Sūfīs used chess as a tool to tell Sūfī
truths. As an example, the poem “Satrançname (Book of Chess)” in the Dīwān of
Azbī Baba, a Bektāshī dervish lived between the first half of the 17th century and the
second half of the 18th century, can be cited. Risāla Shatranjiya, subject of this study,
was written separately to express some issues of Sūfism over chess terms. Simnānī
personified chess pieces, asked each of them to tell the secrets they had and to give
advice to him. Thus, he went to the pawn, queen, bishop, knight, castle, and check,
learned their secrets from them. With this treatise, the author both explains the
mystical concepts that have an important place in his understanding of sulūk and
teaches his disciples to obey these issues. Shortness of the treatise and its symbolic
expression make these truths easy to grasp and keep in mind. Thus, it is understood
that Simnānī benefited from symbolic language in educating his followers.