Fıkıh terimi olarak sözlük anlamı doğrultusunda “Bir şeyin hakikatine vakıf olmanın mümkün olmadığı durumlarda galip rey ile o şeyin araştırılması” şeklinde tarif edilen taharrî, kıble yönünün bilinmemesi meselesinde olduğu gibi mükellefin, karışıklığın bulunduğu bir olayla karşılaşması durumunda hükmü uygularken başka bir delil bulamaması halinde ne yapacağı konusunda bir kanaat oluşturmasıdır. Fıkıh usulünde müstakil bir delil olarak kabul edilmemekle birlikte bazı konularda taharrîye başvurulacağı belirtilmiştir. Taharrî konusu teorik boyutu ve fıkıhtaki uygulaması itibariyle diğerleriyle kıyaslandığında Hanefî fıkıh doktrininde daha fazla üzerinde durulan bir kavramdır. İmam Muhammed, taharrînin söz konusu olduğu konuları “Kitâbu’t-Taharrî” başlığı altında müstakil bir bölümde toplayan ilk fakihtir. Bu tutum, sonraki bazı Hanefî fakihler tarafından devam ettirilse de ilerleyen dönemlerde taharrî ile ilgili konular, fıkhın ilgili olduğu konulara dağıtılarak müstakil bir konu olmaktan çıkarılmıştır. Fıkıhta özellikle ibadet alanında uygulama alanına sahip olan taharrî, tevahhî kelimesiyle eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Hanefîlerde taharrînin özellikle ibadetlerle ilgili, tevahhînin ise muamelâtla ilgili konularda kullanıldığı yönünde bir ayrım yapılmışsa da bu, genel geçer bir ayrım olarak kabul görmemiştir. Zann-ı galip derecesinde bir kanaat ifade etmesi sebebiyle literatürde zaman zaman içtihat, ilham ve ihtiyatla birlikte veya birbirleri yerine kullanılsa da taharrî içtihat ve ihtiyattan, yine benzer yönleri bulunsa da kalbe doğan ilhamdan da farklı bir kavramdır. Şâz sayılabilecek bazı görüşler bir tarafa bırakılacak olursa diğer delillerin bulunmaması halinde meşru bir yol olduğu Kitab, Sünnet, icmâ ve akıl deliliyle temellendirilen taharrîye hangi konularda ve hangi durumlarda başvurulacağı konusunda mezhebî bazı farklılıklar söz konusudur. Literatürde ilgili olduğu konular itibariyle taharrîye başvurulup başvurulmayacağı konusunda da bazı küllî kaideler oluşturulmuştur.
As a technical term in Islamic jurisprudence, taharrî is defined in accordance with its lexical meaning as “the investigation of an issue through predominant opinion when access to its truth is not possible.” It applies in situations where the individual responsible for adhering to religious rulings (mukallaf) encounters ambiguity in a matter -such as not knowing the direction of the qibla- and cannot rely on other evidence, prompting them to form a judgment based on investigation. While not recognized as an independent source of evidence in Islamic jurisprudence (usul al-fiqh), its application has been acknowledged in specific contexts. Among the Islamic legal schools, taharrî has been given comparatively greater attention within the Hanafi doctrine. Imam Muhammad was the first jurist to compile matters related to taharrî under the title Kitab al- Taharrî. Although this approach was continued by some later Hanafi jurists, over time, discussions about taharrî were dispersed into topics relevant to different areas of Islamic law, and it ceased to be treated as an independent subject. Primarily applied within the domain of worship (ʿibādāt), taharrî is sometimes used interchangeably with the term tawahhī. However, in Hanafi jurisprudence, a distinction has been drawn between these terms, with taharrî predominantly associated with acts of worship and tawahhī linked to transactional matters (muʿāmalāt). Nonetheless, this distinction has not been universally accepted. Due to its reliance on forming a predominant opinion (zann al-ghālib), taharrî is occasionally equated with ijtihad, ilham (inspiration), and ihtiyat (precaution) or used in their stead, yet it differs from these concepts despite some overlapping characteristics. Setting aside marginal opinions, the legitimacy of taharrî in the absence of other evidence is substantiated through the Quran, Sunnah, scholarly consensus (ijmaʿ), and rational arguments. However, there are juristic differences regarding the contexts and conditions under which taharrî can be applied. Furthermore, general principles (kullī qawāʿid) have been established in the literature to determine whether and to what extent taharrî should be utilized in specific cases.