4fakulte, cilt.1, ss.1-7, 2010 (Hakemli Dergi)
ŞEHİRCİLİK FELSEFEMİZİN DÜNÜ, BUGÜNÜ, İSTANBUL’U…
Mustafa Alper DÖNMEZ
YTÜ Mimarlık Bölümü 4.sınıf öğrencisi
Şehircilik anlayışımızın temelini, modern ve çağdaş yaşama, insanların temel ihtiyaçlarının en azami ölçüde karşılanabilmesi düşüncesi yatmaktadır. İnsanoğlu’nun toplumsal yaşamda ilk amacı, önce barınma ve korunma ile başlamış, sonra üretme, ürettiğini pazarlama ve elde ettikleriyle daha iyi şartlarda yaşama anlayışı oluşturmuştur.
Milattan önceki çağlara baktığımızda insanlar, kendilerini vahşi hayvanlardan, olumsuz iklim şartlarından kendilerini “koruma” amacıyla mağaralarda yaşamışlardır… Bu dönem insanların, daha çok bireysel, “çekirdek aile” olarak yaşadığı dönemlerdir… İnsanlar, toplu yaşama geçmeye başlayınca, (Çatalhöyük’te, MÖ 7500) ortak “güvenlik çemberi” oluşturmuşlar, evlerini yan yana yapmışlar, avcılık ve toplayıcılıktan, tarımsal üretime geçmişler, ürettiklerini, birbirleriyle paylaşarak ürün yelpazesini geliştirmişlerdir. Bu çağlarda insanlar, yerleşim yeri seçerken, özellikle su kaynaklarına yakın (deniz, göl, ırmak vb.), tarımsal üretime müsait yerler ve iklimi elverişli bölgeleri (ne çok soğuk, ne çok sıcak, ılıman olan iklim kuşakları) tercih etmişlerdir… Dünyadaki önemli şehirlere bakacak ve inceleyecek olursak, kuruluşlarının çok eskiye dayandığı, milattan önceki çağlara ve yıllara dayandığı görülecektir… Kuruldukları yerler incelendiğinde, su kaynaklarına yakın, tarıma elverişli, iklimi uygun yerler oldukları görülecektir.
İnsanoğlu’nun, toplu yaşama geçmesiyle birlikte, “düşüncenin” de geliştiğini görmekteyiz... Çatalhöyük’te (Dünyanın ilk toplu yerleşim merkezi olarak kabul edildiği yer, Konya-Çumra yakınlarında, MÖ 7.500) yapılan kazılarda bulunan “Ana Tanrıça” heykelinin temelinde, düşüncenin ve düşüncenin gelişimi sonucu din anlayışının ortaya çıktığını da görmekteyiz… O dönemde yaşayan insanların, “beni bir ana doğurdu, onu da bir ana doğurdu, onu da bir ana doğurdu... Demek ki en başta büyük bir ana var, herkes ondan doğarak geldi” diye özetlenecek bir düşünce ve önerme ile ilk baştaki varsayılan anayı, tanrıça olarak kabul etmişler ve bu yüzden o’na “Ana Tanrıça” adını vermişlerdir.
Toplu Yaşama geçilmesi, düşüncenin gelişmesi, din inancının başlaması, insanoğlunu belirli bir seviyeye getirmeye başlamıştır... Toplu yaşama sonucu, insanların fikirlerinin tartışılmasıyla yeni fikirler, yeni düşünceler ve bunun sonucunda yeni buluşlar ortaya çıkmaya başlamış, din inancıyla birlikte de, ortak ahlak anlayışı, insanların birbirine karşı yardımlaşma duygusu gelişmiştir.
Teknolojik gelişmeler, buluşlar, insan hayatını kolaylaştıran ve rahatlatan gelişmeler, genelde son bir-iki yüzyıl içinde olmaya başlamıştır… (Elektrik, Elektrikli ev aletleri, Televizyon, Telefon, Uçak, Bilgisayar, İnternet…) Bu gelişmeler, şehircilik felsefesinde yeni yapılanmaları ortaya çıkartmıştır.
Geçmişin aksine, insanların toplu yaşama için su kaynakları, tarım arazileri, uygun iklim şartları ön plandayken ve gerekliyken, bu kez; iş, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, kültür, sanat v.s. gibi konular ön plana çıkmıştır... Bu da şehircilik felsefesinin, yeni yapılanmasına yol açmıştır.
“ÖRÜMCEK AĞINDAN, BAL PETEĞİNE..”
Dünyanın önemli şehirlerine ve merkezlerine baktığımızda, “Örümcek Ağı” şeklinde geliştiğini görmekteyiz.. Yani, merkezden dışa doğru halka halka genişleme olarak anlatılabilir... Çünkü o dönemlerde sanayi ve teknoloji gelişmemişti... Tarıma dayalı toplumlar mevcuttu... Onlar, sadece geniş arazilerinde ve çiftliklerinde üretim yapmaktaydılar... Çok fazla şehir merkezine işleri düşmediği için, gelmezler, bu yüzden şehir merkezleri de fazlasıyla gelişmezdi… Zaten şehir merkezleri de çok gelişmiş değildi.. Gelişen yerler, Krallar, İmparatorlar, Padişahların içinde yaşadıkları Saraylardı… Özellikle son yüzyıldaki gelişmeler, örümcek ağı şeklindeki şehirleri, bal Peteği şekline dönüştürmek zorunda kalmıştır.
İnsanlar artık, iş bulabilecekleri sanayi merkezlerine göç etmekte, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, kültür, sanat ve spor gibi faaliyetlerinin yer aldığı yerleşim merkezlerine yakın yerlerde ikamet etmek istemektedirler… Nüfusun gelişmesiyle birlikte, şehirlerin çevreleri “varoşlar” dolmakta, sonucunda da sağlıksız kentleşme “gecekondu” ortaya çıkmaktadır.
“Örümcek Ağı” şehirciliğine örnek vermek istersek; bir şehir düşünelim... İş imkânları merkezde, (önemli cadde ve çarşılar, pazarlar, işyerleri…), çay bahçeleri, sinemalar, tiyatrolar, hastaneler, eğitim binaları, önemli resmi devlet daireleri v.s. İnsanlar, her gün işleri için şehrin en uzak yerlerinden kalkıp merkeze gelecekler, akşam işlerinden sonra tekrar evlerine dönecekler… Resmi işleri için de öyle… Elektrik makbuzunu, su makbuzunu yatırmak için şehrin kenar mahallelerinden kalkıp, merkezdeki ana binaya gelip, tekrar geri dönecekler… Bunu çoğaltabiliriz… Çocukların, merkezdeki okula gelip, sonra geri dönmeleri, merkezdeki hastaneye gelip, sonra geri dönmeleri gibi… Sonuçta, zaman kaybı, ulaşıma ayrılan ödeneklerin çokluğu, merkezdeki yığılma trafik sorunları, merkezdeki binaların kiralarının yükselmesi… Gibi birçok sorunla karşı karşıya kalacağız.
“Bal Peteği” şehirciliğine örnek vermek istersek... Yine bir şehir düşünelim.. Her mahallesinde okulun olduğu, sağlık ocağının olduğu, belediye veya resmi dairelerin bürolarının bulunduğu, sinemaların, tiyatroların, alışveriş merkezlerinin, diğer eğlence ve dinlence yerlerinin ve iş imkânlarının bulunduğunu varsayalım… O zaman, şehrin her bölgesi bal peteği gibi olacaktır... Yani insanlar, kendi mahallelerinden kalkıp, şehir merkezine gitme ihtiyacını hissetmeyecektir... Şehir merkezinde bulunan her türlü imkân, kendi mahallelerinde de olmuş olacaktır... Bu da, merkezdeki yığılmanın önüne geçilmesiyle, başta ulaşım ve trafik sorunlarını ortadan kaldıracaktır...Şehrin bir mahallesinde oturan kişi, mahallesindeki sağlık kurumu varken, merkezdeki sağlık kurumuna gitmeyecektir, mahallesinde okul varken, çocuğunu merkezdeki okula göndermeyecektir, mahallesinde spor ve eğlence alanı varken, merkezdeki spor ve eğlence alanına gitmeyecektir, mahallesinde ibadet edebileceği bir bina varsa, merkezdeki ibadet alanına gitmeyecektir, mahallesinde elektrik, su, telefon makbuzlarını ödeyebileceği bürolar varsa, merkezdeki bu kurumların ana binalarına gitmeyecektir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz… Bir de düşünün ki, sadece bir mahalledeki sakinlerin merkeze gitmesini değil, bütün mahallelerdeki insanların merkeze gitmesini... İşte o zaman, ortaya yeni sorunlar çıkartacak ve yeni ek mali külfetler getirecektir.. Şehir merkezindeki bütün nimetleri, mahallelere dağıttığımızda, yani “Örümcek ağından, bal peteğine” geçtiğimizde, şehircilikte bu anlayışın, bu felsefenin gereğini yaptığımızda, insanlarımız daha mutlu ve huzurlu olacaktır.
Şehircilik felsefemizin dününü “Örümcek Ağı” Modeli olarak ifade edersek, bugünkü felsefemizi de “Bal Peteği” Modeli olarak ifade edebiliriz.. Çünkü Bal Peteğine baktığımızda, her bir göz, diğeriyle aynıdır… Bal peteğinin, neresinden bir kaşık bal alırsanız alın, bütünün, bütün özelliklerini, küçük parçasında da görmemiz mümkündür.
Şimdi bu anlayış çerçevesinde İstanbul’umuza bir göz atalım.
Tarihi iki binden daha eskilere dayanan, dünyanın önemli merkezlerinden ve şehirlerden biridir İstanbul… Roma İmparatorluğundan, Bizans Krallığına, Latin Krallığına, Osmanlı Devleti’ne kadar, büyük imparatorluklara merkez olmuş bir şehirdir.. Asya ve Avrupa’yı birbirinden ayıran, Karadeniz’le Marmara’yı, birbirine bağlayan önemli suyollarına sahiptir. Binlerce yıllık tarihe ve kültüre ev sahipliği yapan, önemli imparatorlukların başkenti olan İstanbul, “Örümcek Ağı’ndan, Bal Peteği’ne” geçiş yapabilen, dünyadaki ender metropollerden de birisidir…
İstanbul da kuruluşundan son yüzyıla kadar, şehircilik anlayışı ve felsefesi, “Örümcek Ağı”olarak gelişmiştir... Merkez olarak kabul edilen Eski Yarımada’da, Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Latin Krallığı, Osmanlı Devleti, geniş surlarla çevrili bir alandadır... Yönetici ailenin yaşadığı saray ve binaların çevresinde, onlara yakın olan koruma ve diğer ilgili resmi daireler ve yaşayanlar yer almakta, daha geniş halkada ise, halk yaşamaktadır... Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle 18.y.y. başlarından itibaren, çok merkezli olarak gelişmelere tanık olmaktayız. İstanbul’un iki yakasında da yaptırılan Saraylar, Çarşılar ve etrafında gelişen şehirleşme ile , “Bal Peteği”ne bir yöneliş göze çarpmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, artık, değişik sebeplerle (örn. İş bulma amacıyla göç...) İstanbul’un nüfusu artmaya başlamıştır... Bugün gelinen noktada, İstanbul tam anlamıyla “Bal Peteğine” dönmüş durumdadır... İstanbul’un hemen hemen bütün ilçeleri, tek başına ayrı birer merkez olmuştur..Bu ilçelerde yaşayan insanların, herhangi bir ihtiyacı için diğer ilçelere gitmesini gerektirecek sebepler neredeyse tamamen kalkmıştır.. Önceleri, İstanbul’un ilçelerinde yaşayan insanlar, gerek iş, gerekse eğitim, sağlık, spor, güvenlik v.s. gibi ihtiyaçları için bulundukları mahalle ve ilçelerden kalkıp, İstanbul’un merkezi sayılabilecek Eski Yarımada ve çevresine gelip, sonra geri dönmekte idiler... Şimdi ise, ilçelerimizde, insanların yaşam standartlarına uygun her şey bulunmaktadır ve kendi ilçesini terk etmeye ihtiyaç hissetmemektedir.
Kısaca İstanbul bugün, “Örümcek Ağı’ndan Bal Peteği” ne geçmiş, dünyadaki benzer şehirlerin içinde en önde olanıdır... Hatta bunu daha ileriye götürüp, İlçelerimizin de kendi içinde bal peteğine dönüştüğünü söyleyebiliriz... İlçelerimiz içindeki büyük mahalleler de artık Pal Peteğinin bir gözleri haline gelmişler, mahalle sakinleri, kendi mahallelerinin dışındaki mahallelere gitme ihtiyaçlarını hissetmemeye başlamışlardır... İlçe merkezlerinin önemli mahallelerinde kurulan büyük alış veriş merkezleri “AVM” ler, Plazalar, özel sağlık kuruluşları ve özel eğitim kurumları, karakollar, mahallelerimizi bile bal peteğinin bir gözü haline getirmiştir. Bu yönde de gelişmeler devam etmektedir.
Modern ve çağdaş insanların temel ihtiyaçlarının karşılandığı (iş, eğitim, sağlık, ulaşım, güvenlik...) ancak, kültür, sanat, spor, eğlence gibi ihtiyaçlarının da düşünüldüğü şehircilik anlayışında, tarihi yapılara sahip çıkmak, şehirlerin akciğeri olarak tanımlanan park ve bahçelere önem vermek, oyun alanlarını genişletmek, yeni hedefler olarak göze çarpmaktadır. Bu konuda da Belediyelerimiz, temel görevlerinin yanı sıra, insanların kültürel ihtiyaçlarını karşılayabilecek merkezler açmaktadırlar. (Hobi bahçeleri, hobi salonları v.s. gibi)
“Örümcek Ağı’ndan Bal Peteğine” şehircilik felsefesini, Türkiye geneline de yaygınlaştırmalıyız... Bugün, Türkiye’nin hemen her şehrinden İstanbul’a, yüzlerce otobüs dolusu vatandaşımız, (iş, eğitim, sağlık, spor, kültür, v.s. için) gelmektedir.. Türkiye ölçeğinde baktığımızda İstanbul’u Örümcek Ağı’nın merkezi, diğer şehirlerimizi de onun etrafındaki örümcek ağının çevre halkaları olarak düşünebiliriz. Böyle baktığımızda, İstanbul’un yükünün ne kadar ağır olduğunu, ulaşıma ne kadar büyük kaynaklar ayrıldığını, insanlarımızın zamanlarının israf edildiğini görebiliriz. Tam anlamıyla olmasa da İstanbul’da ne varsa, diğer şehirlerimizde de onlar olsa, yani diğer şehirlerimiz de bal peteğinin bir gözleri gibi olsa, milyonlarca insan İstanbul’a niye gelsin ki? Tarihi yerleri gezmek, görmek, turistik amaçlı geziler, istisnadır tabii ki…
İstanbul’da, Belediyelerimize düşen en önemli görev, imar konusunda kesinlikle “torpil” yapmamaları ve şehrin yapısını bozmamalarıdır.. Özellikle tarihi alanlarımızın çevrelerinde sonradan yapılan çarpık yapılar yıkılarak, çevresinin açılması ve o eserlerimizin bütün ihtişamıyla sergilenmesidir. Bu şehrimizdeki bir çok Osmanlı dönemi tarihi yapıları (cami, çeşme, saray, çarşı v.b...) ile Roma ve Bizans Dönemi eserleri (Çemberlitaş, Dikilitaş v.b.) çevreleri, Rumeli ve Anadolu Hisarı çevreleri adeta çarpık yapılaşmalarla veya işportacılarla dolmuş durumdadır.. Kararlılıkla bunların üzerine gidilmeli ve tarihi eserlerimiz, turistik yörelerimiz kendilerine uygun bir duruma ve görüntüye kavuşturulmalıdır.
Peki, İstanbul bu şehircilik felsefemize uygun olarak gelişme göstermesine paralel olarak her şey yeterli midir? Tabi ki, hayır.. İnsanlar, her zaman hep iyisini, daha iyisini ve en iyisini isteyeceklerdir… İnsanların ihtiyaçlarının sınırsız, bu ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve emtiaların da sınırlı olduğunu kabul edersek, bu döngü devam edecektir.
Şekil 1Eskiden Şehirler, “Örümcek Ağı” dediğimiz modelde gelişirdi.. İnsanlar için her şey merkezde bulunurdu… Alışveriş merkezleri, iş imkanları, resmi daireler, çarşılar, pazarlar, eğlence ve spor yerleri merkezdeydi… Çevrede yaşayanlar her gün merkeze geri gelip dönerlerdi.. Bu da merkezin yükünü ağırlaştırır, ulaşım, trafik gibi sorunlar en fazla ortaya çıkanlardı.. İnsanların zaman kaybı ve israfı da çabasıydı…
Şekil 2Modern Şehircilikte artık “Bal Peteği” anlayışı hakimdir... Peteğin her gözü, diğer gözleriyle aynı.. Burada merkez ve merkezden dışa doğru bir açılım söz konusu değil… İstanbul, son görünümüyle Bal Peteği gibi... Herhangi bir ilçesinden, diğer ilçelere veya merkeze gitmeye insanlar ihtiyaç duymuyor… Çünkü merkezde ne varsa, kendi ilçelerinde de o var.. Hatta daha öteye gidip, öbür mahallede ne varsa, kendi mahallelerinde de o var.. Mahallelerini bile terk etmelerine gerek duymuyorlar.. Tarihi ve turistik gezi veya sportif amaçlar bir tarafa bırakılacak olursa..